Hüzün

Hüzün, duyguların en asilidir. En ağırbaşlısı, en zor bulunanı ve en önemlisi elde tutulması en zor olanıdır. Söz gelimi acı diyelim, sorar mı insanın yüreğini yakmak için, izin alır mı, gelince gitmesini bilir mi? Ya öfke, biz mi gelsin isteriz? Gelir mantığımızı esir alır pek çok hatayı, utancı yaşattıktan sonra geride bir gönül, çoğu zamanda insan enkazı bırakarak gider. Neşeye bakalım. Peşinden koşarız bulup sahip olmaya çalışırız, bulduğumuzda doyunca yaşarız ama hayatı inkâr ederek, onu yapaylaştırarak, hakikati ve hakikat algısını yok saymak pahasına ulaşırız ona. Nefret, bencillik, kin gibi duygular ise artık hüznün yaşayamayacağı kadar çoraklaşmış, kurumuş ve dahi çölleşmiş gönüllerde var olabilen yegâne duygulardır. O gönüller artık hüzünlenemeyecek gönüllerdir. O gönülleri hüzünlendirmek çölde karanfil yetiştirmek kadar zordur. Ne büyük bir kayıptır bu.
Hüzün ise ne teslim olur havailiğe neşe gibi ne de karanlığa keder gibi. Hayat serüvenin başı ile sonu arasında en anlamlı, en dengeli yerinde kendine yer bulur hüzün. O, arafda olmak, iki tarafa da geçememektir, geçmek de istememektir. Hüzün kopmamak, kopup gitmemek olduğu kadar kalıp karışmamak, karışıp yok olmamaktır. Sıradanlaşmamaktır. Ölümde huzuru, yaşamda umudu görebilmektir.
Hüzünlülerin mutsuz olduğunu sanırlar. Ne büyük bir yanılgıdır bu. Hüzünde hayatın ta kendisi vardır. Hüzünlüler aşkı yaşamaz mı sanırsın? Onlar aşkın tutkunu olduklarında da aşklarının solacağını bilerek severler. Ateşli gözlerin soluklaşacağını, tenlerinin duygusuzlaşacağını, aşklarının her şey gibi zamana yenik düşeceğini en başında, aşkla titremeye başladıklarında bilirler. Bilerek severler.
Hüzünlülerin hayatlarında bu nedenle hayal kırıklığı olmaz. Parçası oldukları bütünden ne kadar ayrılabileceklerini bilirler, zamana ne kadar direnebileceğini, insanın ne kadar sevebileceğini ve dahi insanın ne kadar kötü olabileceğini bilirler.
Hüzün insana şaşırmama niteliği kazandırır. Hayranlığa ölçü, iltifata gerçekçilik, neşeye ağırbaşlılık, kedere ayar katar. İnsanın ne olduğu ortada devasa bir gerçek olarak dururken, büyük idealler serdedenlerin, kutlu davalarından dem vuranların, tarihi yeniden yazmak iddialarının ve bilumum büyük söylemlerin, çok küçük ama gerçekten çok küçük insani zaaflar tarafından güdülendiğini öğretir hüzün.
Norm koyuculara, hüküm koyuculara hayır diyebilme cesareti verir hüzün. Çünkü hüzünlü gönüller büyük sözlerdeki yalanı, süslü vaatlerdeki çirkinliği, büyük denilen ne varsa ondaki eksikliği görür, bilir, anlar ama şaşırmaz.
Hüzün, büyüklük iddiasının en derin nefretidir. Çünkü karşısına çıktığında iddia hükmünü yitiriverir. Hüznü cesaretle karıştırırlar çoğu zaman. Cesaret kaynağını nereden alır sanırsın. Hüzne sahip olamamış gönül, cesareti ne bilir. Hüzünden beslenmeyen cesaret varsayalım ki oluştu; ancak bir anlık hayat bulabilir. Hayat bulduğu anda, kaçınılmaz olarak hayatın sonunu idrak ettiği tam o anda, şaşıracak, çözülecek ve yok olup gidecektir. Hüznü olmayan, ölümü kabullenebilir mi? Ölümle barışabilir mi? Ölümle barışıp yeryüzü tanrılarına baş kaldırabilir mi? Ya her daim korkuyu telkin eden kendisine, en tehlikeli hasmına, isyan edebilir mi? Hüzün olmadan cesaret olamaz, yaşayamaz varlığını sürdüremez.
Hüzün “sana ne!” diyebilmektir; norm koyuculara, kınayıcılara, toplumun mevcut desteğini arkasına alarak ahkâm kesen sahte aydınlara. İktidara, otoriteye güvenip her söylediğinin kabul edilmesi beklemeye alışmışlara karşı söylenebilen “Hayır”ın kaynağı hüzündür.
Hüzün böyle asil ve değerli ise bir bedeli yok mu taşıyana; olmaması mümkün mü? Kimilerine göre ağır bir bedeli vardır hüznün. O bedel yalnızlıktır. Yalnızlık, ağır bir bedeldir hüzne sahip olamayanlar için. Yalnızlık, ıssızlığı çağrıştırır, ıssızlık ise ürpertici gelir onlara. Ancak hüzün yerleştiği gönülde varlığını kendi taşır, ona sahip olanların bedel ödemeleri gerekmez.  

Fahreddin FIRAT - 6.07.2017


Yorumlar