Cennetten Kovuluş - Önsöz


İnsanın Cennetten kovulması kadim bir öyküdür. Bu öykü, insanın kendi tabiatındaki uslanmaz talepkârlığı ile birlikte yaratıldığını, kendisine bahşedilen cennet hayatının bile bu talepkârlığı eksiltemediğini anlatır. İnsanın cennette, cennetle bile tatmin olamayacağının, yetinemeyeceğinin ilk öyküsüdür bu.
 İnsan var olduğu ilk andan itibaren, kendisi için talep etmeye başlamış, eline aldığı kader zincirini kendisi, sadece kendisi için durmadan, yorulmadan ve bıkmadan çekmeye başlamıştır. Çektiği kader zincirinin her halkası bazen hayat, bazen ölüm, bazen acı, bazen mutluluk getirmiştir. Ama o kendi kaderinin zincirini çekmeye devam etmiştir. İnsan aslında çektiği kader zincirinin azat olunmaz bir kölesidir de aynı zamanda.
Tanrı ilk insan olan Adem’i yaratır. Adem’in cennette canı sıkılır. Cennette canı sıkılan Adem’e eş ve arkadaş olsun diye Havva yaratılır. Tanrı, büyük cömertliğiyle, Adem ve Havva’ya cennette bahşettiği nimetlerden istediklerini yiyip içerek mutlu ve güven içinde yaşamalarını buyurur. Bahşedilen bu sonsuz nimetin bir tek istisnası vardır. O da meyvesi yasak olan ağaçtır. Tanrı yasak ağacın meyvesinden yememelerini buyurur. Tanrı, bahşettiği sonsuz nimet karşılığında sadece O Ağacın meyvesini yasaklamıştır. Buyruk açık ve adildir. Adem ve Havva cennette bolluk, huzur ve güven içinde yaşamaya başlarlar. Lakin bu ilahi yasakla, ilk insanın yani Adem ve Havva’nın beynine ilk merak kurdu da düşmüş olur. Ve hep olduğu gibi o kurt düştüğü beyinde kıvranmaya başlar. Merak kurdu bu, durur mu? Sözle teskin, buyrukla men edilir mi? Beyin ölmeden o ölür mü? Tabi ki ne durdurulur, ne yasaklanır, ne men edilir ne de beyin yaşarken o öldürülebilir. İnsanın kendisi dışında bir şeytan var mıdır, yoksa şeytan bizzat insanın içindeki merak duygusu mudur bilinmez ama rivayet o dur ki, şeytan Adem ve Havva’nın fikrini çeler ve yasak meyveyi yerler. Sınırsız bir cennet hayatında insanın ayağı gelip gidip o tekbir sınıra takılıvermiştir. Sonsuz nimete mazhar olan insan o yasak meyveyi de istemiştir. Aslında o yasak meyvenin kendisi değil, arkasında sakladığı bilinmezlik ilk insana Tanrının ilk buyruğunu çiğnetmiştir. Böylece kendi yarattığı insan tarafından, ilk yasağı çiğnenen Tanrı’nın öfke ve gazabına uğrayan insan, yaratılışındaki eksikliği ve noksanlığı tamamlaması için dünyaya gönderilerek cezalandırılır. Ancak kendini cennetten kovdurtan insan, tüm ilahi uyarılara karşın, eksikliğini tamamlamak için gönderildiği dünyada iki şeyden asla vazgeçmemiştir. Cennetten kovulmasına neden olan şeytanından neşet etmiş merakından ve hapsolduğu dünyayı, bitmez bir hırsla ve Tanrı’ya nispet edercesine, kovulduğu cennete benzetmeye çabalamaktan…

Zayıf elleri ile yontmaya başladığı taş ile başlayan bu serüven bu gün atomu parçalamayı bile geride bırakmış, uzayın derinliklerine araçlar göndermiş, kaderiyle yetinmeyip ömrünü uzatmış, yapay organlarla sağlıklı yaşama ulaşmıştır. Tüm bunların arkasında işte o iki itici güç bulunmaktadır: Merak ve cennete duyulan özlem. Bu itici güç her zaman hayat ve mutluluk getirmemiştir insana; bunun yanında ölüm, acı ve yıkım da getirmiştir. Ama her acı ve ölüm her seferinde kendinden biraz daha fazla hayat ve mutluluğun yolunu göstermiştir insana. İşte insanlığın bugün biriken hayat ve mutluluk sermayesi böyle oluşmuştur. Bu sermaye daha hızlı biriktirilemez miydi? Elbette biriktirilebilirdi. Ancak insan her adımının, doğru ya da yanlış, sonunu merak edendir. Yeryüzü henüz herkes için tam bir cennete dönüşmemiştir elbet. Fakat bu yollu tespit yapılırken insanın cennette bile cennetle tatmin olamadığını da göz önünde tutmak gerekir. İnsan dünyada bir gün cenneti yaratsa da bilinmelidir ki o cennetten de kendini kovdurtacaktır. Bir sonraki öykümüzün konusu da budur.


Yorumlar