Son Mektup


                Son buluşmamızda konuşmamıştım, senin gözlerime baktığın her zaman konuşamadığım gibi. Bu mektubu bu nedenle yazıyorum; senden ayrıldıktan sonra kafatasımı patlatırcasına beynime üşüşen binlerce aşk sözcüğüne,  tutku haykırışlarına ve senin samimiyetsiz bulduğun, ama nedenini bir türlü anlatamadığım, bakışlarıma set çeken dikensi sözlerine isyanımı dile getirebilmek için. Biliyorum, bu mektup bizi hep buluştuğumuz o asmanın altında bir daha bir araya getiremez. Rutubetten ayakları şişen, titrek masanın solmuş muşambasına kollarımızı dayayarak dakikalarca oturamayacağız. Her daim ıslak olan eğri büğrü betondan yükselen serinlikle, yanında olmanın ateşini serinletemeyeceğim. Sana duyduğum en mahrem duygularımı ifşa eden bu mektubu, sığındığı manastırdan kovulan bir rahibe çırılçıplaklığıyla yazıyorum. Artık sığınacak gizli hiçbir köşesi kalmayan aşkımın dilime düşen solgun cesedini, üzerinde taze gözyaşlarımla birlikte sana gönderiyorum.
                Gözlerinin içine bakarken konuşmazdım; konuşamazdım. Buna hep kızardın. Ben ise çaresiz zihnimin boşaltılmış hangarında bir demet anlamlı sözcük arar dururdum. Ama nafile… Bildiğim tüm sözcükler, içleri boşalmış çuvallar gibi sağa sola savrulmuş halde dururken; senin karşında, sana anlamlı ne söyleyebilirdim ki? Sana sunacağım tüm aşk sözcükleri anlamlarını yitirmiş, yetersizleşmiş ve değersizleşmiş….   Susmak; her şeyin değerini yitirdiği o anlarda, karşında, gözlerine bakarken aşkların katili gerçeklik, gençlik tutkumun katili zaman ve aşkımızın vücut bulduğu bedenlerimizin ölümlülüğü karşısında sığınılacak tek sığınak değil midir? Sonsuzluktan mahrum aşkımızın tanrısallıktan yoksunluğunun yasını tutmak kimin borcudur benden başka? Keşke tuttuğum yasıma ortak olabilseydin de tanrısallıktan yoksun gelmiş geçmiş tüm dünyevi aşkların, aşkın kendisinin yasını birlikte tutabilseydik. Bakışlarımızla içimize masum gözyaşları akıtabilsek; aşk mabedimizin beyaz sütunları arasında birbirimizi kâh kaybedip kâh bulmanın heyecanını yaşayabilseydik. 
                Ama sen, ne yazık ki, moda olduğu üzere, aşkı yaşadığı kadar, gün ışığında, göz önünde, kadın kadar bol erkek kadar sıradan yaşamayı severdin. Görmediğine inanmayı reddeden bu günün insanının aşka bakışı… Aşkı hemen görünür kılmak uğruna, dünyaya atılan bir cenin gibi, aşkın katledilmesi bu günün en vahim katliamı. Yaşayan ise cılız sözcüklerin taşıyabileceği, meşgul zihinlerin alabileceği, sahte bakışların görebileceği kadar, ten açlığıyla şehvet ağacının gölgesinde ilan edilen aşktır. Bende bulamadığın ve hiçbir zaman bulamayacağın aşk budur. Ölümlülüğümün çizdiği hiçlik sınırında elimde ne kaldıysa her şeyimi sermişken ayaklarının altına “beni seviyor musun?” sorun karşısında duyduğum şaşkınlığımın suskunluğunu çarparak suratıma gitmiştin. Bil ki, o suskunluğum şaşkınlığımdandı. Hatırlar mısın bilmem, bana “Seni canım gibi seviyorum.” dediğinde “Bunun bir anlamı yok” demiştim. Bunu aşkına ihanet sanmıştın. Yine her zamanki gibi küsmüştün.  Bil ki sana duyduğum aşk, mutlak yazgımızın bize dayattığı anlamsızlığın tüm görkemindeki anlam kadar değerlidir.  Bunun ötesinde bir değer var mıdır şu koca evrende sana duyduğum aşka mihenk olacak? Varsa şu evrende sabit, durağan ve her daim var olan bir el göster tutunayım; varsa ezeli ve ebedi bir mabet anlat bana nasıl bulunur, benliğimi kaybetmeden ve ben kalarak nasıl sığınılır? Varsa yalan olmayan, aldatmayan ve uydurulmamış böyle bir sığınak, çiz yolunu avuçlarıma kurtar beni uzun geceler zihnimi döven balyozlardan. Ama söyleyemezsin, ama bulamazsın, ama sen de bilmiyorsun. Yetse de gücüm yaratmazdım böyle bir cenneti. Sana duyduğum aşkın, cennetin sınırsız sonsuzluğunda sıradanlaşmasını da istemezdim. Ben önüme konan tüm sahte seçenekleri, masamdaki boş şarap kadehlerinden kurtulur gibi, reddediyorum. Ben aşkımı, kimsesiz mahzenlerde o anı beklerken yıllanan şarap gibi, kimsesiz ve tek başıma, yudum yudum, o anın geleceğini bilerek yudumlayıp ve her yudumda o anı yaşadığımı binlerce defa idrak ederek yaşamak istiyorum.     


Fahreddin FIRAT


Yorumlar